EkleBunu Sosyal Paylaşım Butonu PageRank

Bilgi Yumağı | Tüylerinde Bilgi Barındıran Tek Yumak

Folklor

İstanbul Folkloru’nu, eski hayatı içinde, başlıca üç bölümde araştırmak gerekmektedir:

  1. Anadolu ve Rumeli folklor değerlerinin katkısıyla oluşmuş folklor hareketleri,
  2. İstanbul’un kendine has hayatı içinde yaşamış tarih ve folklor anaları ve babaları,
  3. Anadolu, Rumeli ve Balkanlar üzerinden gelen Asyaî kültür dalgalarının İstanbul’un eski hayatı ve kültürü üzerinde yaptığı etkiyle oluşmuş folklor hareketleri ve yukarıda sözü geçen Akdeniz’den gelen kültürün etkisiyle oluşmuş folklor hareketleri.

Hemen hemen bilinen en eski folklor kitaplığı niteliği taşıyan Evliya Çelebi’den sonra, 18. Yüzyılın ikinci yarısından bu yana Ahmet Vefik Paşa, Şinasi, Ebuzziya Tevfik, Tekezade Sait, Çaylak Tevfik, Çelebizade Abdülhalim, Ahmet Rasim, Musahipzade Celal, Rauf Yekta, M. Fuad Köprülü, Rıza Tavfik, Selim Sırrı, Osman Celal Kaygılı, Mehmet Halit Bayrı, Reşat Ekrem Koçu gibi hemen akla gelen adlar, özellikle İstanbul’un eski hayatını, folklor inceleme ve derleme metodlarına uygun doğrultuda olmasa bile ustalıkla canlandıran folklor babalarıdır.

Dede Korkut hikayelerinden tutunuz, Keloğlan masallarına, Karagöz, Orta Oyunu, meddahlık gibi seyirlik oyun hayatımızda, en parlak çağlar yaşatan sanat hareketleri, her çeşit yönü ve alımlılığı ile İstanbul Folklorunun renkli konularını kapsamaktadır.

İstanbul’un eğlence hayatında önemli yeri olan Karagöz, Orta oyunu, meddahlık gibi seyirlik oyun sanatının tuzu biberi sayılan hikayeler, olayları süsleyip püsleyerek, hatta efsaneleştirerek ortaya koyan, Türk halk zekasının ve hayal dünyasının seçkin örnekleridir.

İstanbul, Türklerin eline geçmeden önce yazılmış Dede Korkut hikayelerinde, Bezirgan denilen gezici tüccarların alış veriş için gittikleri zevk, eğlence ve safahat yeri olan denizler ve karalar aşırı uzak ülke idi.

Bu hikayelerde başlıca tema: saf ve zengin gençlerin aldatıldığı, güzel kız ve kadınların baştan çıkarıldığı, bir takım entrikalara sahne olan batakhaneler, safahat yuvalarında geçen olaylardır. Bu olaylarda adı geçen Bay Büre’nin yeni doğan oğlu Beyrek’e yahşi armağanlar almak için İstanbul’a gönderdiği bezirganlar orada sefahate dalarak tam on beş yıl sonra “bir deniz kulunu, bir boz aygırla, ağ tozlu katı yay ve eli derlü gürz alarak getirmişler...."

Efsaneler, insan aklının olmayacak şey tanımayan gerçek kahramanlık duygusunu yüceliğe ulaştıran bir hayal zenginliğiyle şekillendirerek ortaya koyduğu olağanüstü eylemlere yakıştırılan mitlerdir. Bir bakıma insan ruhunun kanatlanıp göğe ağması demektir. Sözgelimi, bir Genç Osman hikayemiz vardır. Düşman tarafından kesilen başını koltuğunun altına alarak savaştığını anlatır.

Halk hikayeleri ve türküleri, insan hayatının çeşitli safhalarına ait kuvvetli olayları aksettiren, bir çok gerçeklerin açıklanmasına yardım eden ve tarihi yaşatan canlı motifler halinde belge niteliği taşırlar.

Mübalağa, hikayelerin süsüdür. Dede Korkut hikayelerinden tutunuz Keloğlan Masalları, Binbir Gece Masalları, çeşit çeşit halk hikayeleri, ibret verici, uyarıcı, ahlak telkin edici konuları işler. Bu hikayeleri, yaygın eğitim vasıtaları olarak değerlendirmekte isabet vardır.

İstanbul’un sadece eğlence hayatında değil, kültür hayatında da belirli yeri olan Karagöz, Orta Oyunu, Meddahlık gibi artık tarihe ve folklora malolmuş seyirlik oyun sanatını bir çağ boyunca yaşatan ustalarını hayranlık ve rahmetle anmak borcumuzdur.

Mübalağayı çok seven Evliya Çelebi’ye göre Karagöz’ün üç yüz pare taklidi vardır. Hayal perdesinde görünen tipler, başta Karagöz-Hacivat (iki kafadar) olmak üzere Karagöz’ün karısı, çocuğu, Çelebi, Zenne, Beberuhi, Tiryaki, Tuzsuz Deli Bekir, Külhanbeyi, Bezirgan, Mirasyedi, Aşık, Tuzakçı, Kadın Tipleri, (Kanlı Nigar, Küçük Hanım, Arap Bacı...) Yahudi, Ermeni, Rum, Arnavut, Laz, Anadolulu... gibi taklitçi, gedikli figüranların hepsi de İstanbul’un belli semtlerinden ve mahallerinden kopmuş tiplerdir. Orta Oyunu’nda, hatta meddahlıkta da aşağı yukarı aynı tipler vardır.

Bu çeşit hayat içinde, Evliya Çelebi’nin deyimiyle “Sazendegan ve çöğürcüyan, sazlarıyla geçinemedikleri için, Tulumbacı, Kayıkçı, Bekçi olmuşlar, ilhamlarını da yeni çevrelerinden almışlardır."

Türk kültürünün zengin kaynaklarından biri olan Dede Korkut hikayeleri de –iç yapısı bakımından- eski Türk töreleri, adetleri, gelenekleri ve inançları gibi kültür değerlerini ve özelliklerini yansıtan bir tarih, edebiyat ve folklor belgesidir.

Bilindiği gibi destanlar, milletlerin tarihi belgelere önem vermedikleri ya da gözden kaçırdıkları çağlarda söz sanatının ince değerlerini, atalardan gelen eski kültürün geniş ölçüde izlerini taşıyan kaynak eserlerdir. Bunlar, çağlarında romanın gördüğü işi de görmüşler, destani ürünler halinde gelenekleri, olayları ve insanları anlatmışlardır.

Dede Korkut, Oğuz Türkleri’nin kaynaşmalarında önemli yeri olan ulu bir kişiydi. O’nu ermiş olarak tanıtan kaynaklar da vardır. Aslında Dede Korkut bir âşık, bir ozandı. Âşıkların pirlerinden sayılırdı.

14. Yüzyıl sonlarında yazıldığı bilinen eserinde Dede Korkut, Oğuzlarla komşu düşmanlar, hatta uzak ülkelerdeki düşmanlar arasında geçen savaşları anlatır. Türk kahramanlığını, özellikle insancıl duyguların kutsallığı, ululara, kadına, çocuklara saygı ve sevgiyi, aşkta soyluluğu, hayvan sevgisini, özellikle at sevgisi ve mısmıl denilen sağmal ve eti yenen davar cinsi hayvanlara karşı bağlılık gösteren ve kutsal sayan olayları, biraz da ritüel duygularla ve hayal zenginliğiyle süsleyerek, sürükleyici bir üslup ve ustalıkla hikaye etmektedir.

Dede Korkut hikayeleri destani ürün olarak edebi şekil bakımından incelenecek olursa, Türkçe’nin zenginliğini gösteren bir belge niteliği de taşıdığı görülür.

Yurdumuzun hemen her yerinde yaygın bir halk hikayesi vardır: Beyböyrek derler. Yaşlı hikaye anaları, babaları vardır ki Beyböyrek hikayesini bilir ve anlatırlar.

Beyböyrek, Türkler’in Orta Asya’da İslamiyeti kabul etmeden önceki milli destanlarından biri olan Oğuz Destanı’nın kahramanlarından biridir. Orta Asya’da bu destanlardan bir kaçını derlemiş olan Barthold gibi araştırmacılar, Anadolu Türkleri’nde bu gibi destanlardan eser bulunamayacağını, çünkü Anadolu halkının yüzyıllar boyunca Arap, Fars ve Bizans kültürünün etkisi altında kaldığından söz ederek sakat iddialarda bulunmuştur.

Cumhuriyet ile baraber milli kültürümüzün kaynaklarına yönelen çalışmalar ve araştırmalar göstermiştir ki Türk yurdu duru bir milli kültür hazinesine sahiptir. Nitekim, araştırmalar sıklaştıkça bu gerçek bütün örnekleriyle gün ışığına çıkarılmış, özellikle Oğuz Destanı’nın izlerini taşıyan Dede Korkut, Beyböyrek gibi hikayelerin çeşitli örnekleri bulunmuştur.

Türklerin İslam dinine girmeden önceki destanları ile mukayeseleri yapılmış, Orta Asya'’a Başkurt oymakları arasında yaşamakta olan ""lp Bamsı"”destanı ile Beyböyrek destanındaki benzerlik belirtilerek bu destanların aynı kaynaktan çıkarak günümüze kadar gelişlerindeki tarihi akış anlatılmıştır.

Milli destanlarımız üzerindeki araştırmalar genişledikçe, bir çok yerlerde Beyböyrek hikayesinin varyantları, hatta yazılı nüshaları bulunmuştur. Biz de yaptığımız araştırmalarda çeşitlerini bulduk. Merhum folklorcularımızdan Ahmet Baha Gökoğlu ile beraber Safranbolu’da yaptığımız araştırmaların sonuçlarını Bartın Gazetesi’nde yayınlamıştık (1937).

Tanınmış ozanlarımızdan merhum Hammamizade İhsan Bey “Trabzon Varyantı"nı, merhum Ali Rıza Yalgın "Güney Anadolu Varyantı”nı, Prof. Dr. Pertev Naili Boratav "Bolu Varyantı”nı tespit etmiş; Muharrem Zeki Korgunal, Adapazarı’nda bir konar-göçer ulusundan aldığı hikayeyi Türk Folklor Araştırmaları dergisinde yayınlamıştır. Bu folklorcular yeni yeni örneklerin meydana çıkmasında öncülük etmişlerdir.

Ayrıca, Prof. Dr. Abdülkerim İnan, Türk Dil Kurumu uzmanlarından Ali Dehri, Mehmet Şakir Ülkütaşır, edebiyatçı ve şair Orhan Şaik Gökyay gibi araştırmacılar da konu ile ilgili çalışmalarda bulunmuşlardır.

Dede Korkut hikayelerinin baş kahramanlarından biri olan Beyböyrek, adları etrafında efsaneler yakılmış olan Battal Gazi, Saltuk Bey, Köroğlu gibi halk kahramanlarının hikayelerinde de trajik sahnelere bol bol yer verilmiştir. Benli Döne, Kanlı Nigar, Tayyarzade, Hançerli Hanım gibi adlar, batakhaneli sefahat yuvalarıının trajidyenleridir.

Babasından yüklü bir mirasa konan bir gencin, etrafına topladığı dalkavuklarla İstanbul’un sefahat yuvalarına dalarak burada Hançerli Hanım adında güzel ve fettan bir kadının ağına düşmesi, bütün paralarını bu kadına yedirerek sefil ve perişan düşmesi, hikayenin işleniş tarzı bakımından İstanbul’un eğlence hayatı içinde ibret verici faciaların tipik örneğini vermektedir.

İstanbul’un sanat hayatı içinde özellikle seyirlik oyun sanatımızın başlıcaları olan Karagöz, Orta Oyunu, Tuluat ve Meddahlık da, genellikle bu gibi hikayeleri işlemektedir.

Her biri başlı başına bir konu olan bu hareket ve kaynaşmalar, bugün folklorun malı olmuştur.

Bir tulumbacı, kayıkçı, bekçi tiplemeleri, ilhamlarını yakın çevrelerinden almaktadır. Sözgelimi tulumbacılık ve külhanbeylik, İstanbul’un nasıl renkli bir toplum kaynaşmasına sahne olduğunu anlatmaya yeterlidir.

İnsanlar vardır ki yaşadıkları çağın gidişinde, oldu bittisinde ve çarkın dönüşündeki renkli ve ahenkli hayatın içinde acı ve tatlı hatıralara bağlı bir düşünce dünyasına sahiptirler. Bu, bir hizmet ve araştırma şuuruna bağlı olduğu zaman daha da önem kazanır. Tarih ve folklor, bu hatıraları tazeleyen ve yaşatan kaynaklardır. Bu kaynakları bulandırmadan nesillere aktaran tarih ve folklor analarına ve babalarına ne mutlu.

Eski İstanbul’un folklor niteliği taşıyan konularını kolayca ayırdedebilmek önce bunları ve eserlerini tanımakla mümkündür. Hangi konulara eğilmişlerdir? Sözgelimi Ahmet Rasim, Musahipzade Celal, Reşat Ekrem Koçu, Mehmet Halit Bayrı gibi doğrudan doğruya İstanbul folkloruyla ilgili araştırmalar yapanlar vardır.

Bu arada Macar folklorundan İgnacz Kunoş, orta oyunumuz üzerine yazdığı Almanca eserinde ve özellikle İstanbul Folkloru’na ait araştırmalarını belgeleyen "Türk Halk Edebiyatı (1343/M. 1925) adlı eserinde daha çok halk edebiyatı ile ilgili bazı konulara değinmiştir. Elbette yeterli değildir, ancak, hizmet erleri arasında anılması gereken bir Türk dostu ve folklor aşığı olduğu bellidir.

Musahipzade Celal Bey, bilindiği gibi bir çok sahne eserinde eski İstanbul yaşayışına ait renkli tablolar çizmiştir. Bu tabloların folklor araştırma sistemine bağlı bir ustalıkla biraraya toplanmış olmasından çok sahne eserleri yazmak alışkanlığı ile ve bir edebi üslupla renklendirerek yayınladığı Eski İstanbul Yaşayışı adlı eseri önemli bir boşluğu dıoldurmuştur denilebilir.




 


Denker - İstediğinizin Ötesi
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol